Irak’ta 2010 Mart ayındaki genel seçimlerden bu yana geçen 8 aydan fazla bir süre hükümetin kurulamamasının yarattığı kriz, ülkedeki siyasi ihtilafların daha da derinleşmesine yol açmıştır. Seçimlerden çıkan sonuçlara bakıldığında; kâğıt üzerinde değişik hükümet alternatifleri bulunmakta, ancak Irak’taki mevcut şartlar, dengeler, iç çatışmalar dahil yaratılan senaryolar, bölgesel dinamikler ve elbette en önemlisi de ABD başta olmak üzere uluslar arası oyuncular, hükümetin kurulmasına izin vermemiştir.
Krizin aşılması için Irak’taki siyasi kitle liderleri ve yardımcıları 8 Kasım 2010 tarihinde Kuzey Irak Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani tarafından Erbil’e davet edilmiştir. Toplantıya siyasi kitle temsilcilerinin protokol konuşmalarının Bağdat’ta üzerinde görüşülen konularda anlaşma sağlanmıştır. Bu son cümleden yola çıkarak Erbil Toplantısı’nın hazırlıkları KDP temsilcisi Nuri Alsavis’in Bağdat’taki evinde ve söz konusu Erbil Toplantısının devamı ise Barzani’nin Bağdat’taki evinde yapılmış ve anlaşmanın sağlandığı Barzani tarafından medyaya bildirilmiştir. Barzani basına yaptığı açıklamada; Talabani’nin Cumhurbaşkanı, Maliki’nin Başbakan, Al Irakiya’dan bir adayın Meclis Başkanı ve Allawi’nin Stratejik Kurul Başkanı olarak atandıklarını basına açıklamıştır.
Erbil’deki toplantıya Irak’ta 3. etnik unsuru teşkil eden Türkmen temsilcileri dışında, tam teşekküllü Şii Grupları, tamamına yakın Sünniler ve eksiksiz Kürt Partilerinin temsilcileri katılmışlardır. Erbil toplantısındaki görüntüler ve protokol mahiyetindeki konuşmaların satır aralıkları incelendiğinde;
1- Erbil Toplantısı’na her ne kadar genel seçime katılan kitle listeleri başkanları ve yardımcıları baz alındı ise de ancak Irak’ta 3. etnik unsuru teşkil eden Türkmen temsilcileri göz ardı edilmemeli idi.
2- Irak’ta siyasi durum aynen devam edecekse her daim hükümet anahtarı Kürtlerin elinde olacaktır.
3- Irak halkının Arap ve Kürt olmak üzere iki ana unsurdan oluştuğuna dair açıklamalar, bir Türkmen gazeteci dışında katılımcılar tarafından itiraz görmemiştir.
4- Ulusal ortaklık ve etniksel hakların kriterleri belirlenmeden Kürt’lerin bu hakkı elde etmeleri sağlanmıştır.
5- 15 Madde’ den oluşan ve ancak toplantı sonrasında 11 Madde olarak basına dağıtılan sonuç bildirisinde; Kerkük meselesi, ihtilaflı bölgeler ve petrol anlaşmalarının ucu açık kaldığı anlaşılmaktadır.
Aslında Kürtlerin anahtar pozisyonu ve arabulucu rolü yeni değildir. Irak’lı muhalifler döneminde ve Saddam sonrası bu görevi sürekli olarak Talabani üstlenmiş idi. Şimdi ise, Talabani‘nin sağlık problemleri, en önemlisi ise kendisinin Cumhurbaşkanlığına aday olması ve ayrıca ABD’nin bu yöndeki tutumu nedeniyle bu görevi Barzani üstlenmiştir.Dikkat edilirse bu görevin Kürtler tarafından üstlenilmesi; öncelikle ABD ile güçlü bir işbirliği içinde olmaları, kendi aralarında hemen hemen asgari müşterekte birleşmeleri, diğer yandan ise Şii, Sünni ve diğer kesimlerin birçok parçalara bölünmeleri ve özellikle Arap yöneticilerinin örgütsel yetersizlikleri, dar görüşlü olmaları, ayrıca büyük bir çoğunluğunun makam ve liderlik peşinde olmalarından kaynaklanmıştır. Bu gerçek Irak Muhalefetinin kuruluşundan bugüne kadar da devam etmektedir.
Bu arada yukarıda izah ettiklerimi, yani birlikten kuvvet doğar tezini vurgulayacak bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. 2002 yılının sonlarında Irak Muhalefeti tarafından seçilen eşgüdüm ve koordinasyon kurulunun son toplantısı Şubat 2003 tarihinde ERBİL ‘in Selahattin kentinde yapılmış ve Şii ve Sünni Arap Gruplarının birlikte hareket edememeleri nedeniyle Talabani bu toplantıya başkanlık etmiştir. Türkmen (ITC) temsilcisi sıfatıyla kurulun üyesi olarak Talabani ile gerek evinde gerekse muhtelif toplantılarda görüşmelerime dayanarak bir ara kendisine Irak’ın Cumhurbaşkanı siz olacaksınız diye söylediğimde mutlu olduğunu belli etmeden, Bağdatlıların tabiri ile “benimle düşmanlığınız mı var?” demiştir. Ve gerçekten ilk dönem fazla itiraz edilmeden Talabani Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu arada bir hususa da değinmek istiyorum. O da Saddam sonrası yönetim ve otorite, yukarıda sözü edilen kurulun önde gelenleri arasındaki paylaşımı devam etmekte ve ayrıca konsensüs prensibi de halen yürürlüktedir.
Türkmen meselesine gelince ERBİL toplantısına Türkmen temsilcilerinin dâhil edilmemesi bir ilki teşkil etmekle birlikte, önce Türkmenler ve aynı zamanda Irak için bir kırılma noktasıdır ve bundan büyük dersler alınmalıdır. Geçmişi özetleyecek olursak Türkmenler 1991’de başlayan Irak muhalefet sürecindeki toplantılarında yer almış, Irak Muhalefetinin (INC) düzenlediği 1992 Selahattin toplantısında 9 kişiden oluşan Yürütme Kurulunda bir Türkmen temsilci yer almıştır. Yine Irak Muhalefetinin 1999 New York Toplantısında Kurumların dağıtımında Meclis Başkanlığı Türkmenlere tahsis edilmiştir. Gecikmeli olsa da ABD Kongresince onaylanan 1999 Irak’ı Kurtarma Yasası’na, Irak Türkmen Cephesi daha sonra dahil edilmiştir. Irak Muhalefeti’nin Londra Toplantısında seçilen 65 kişilik Eşgüdüm ve Koordinasyon kurulunda Türkmenleri 6 kişinin temsil etme imkanı sağlanmıştır. 2003 yılı Ocak ayında yapılan Davos Toplantısına davet edilen Iraklı 7 üst düzey parti yöneticilerinden biri Irak Türkmen Cephesini temsil eden bir kişi olmuştur. Görüleceği üzere bu oluşumlarda Türkmenler % 6 – 10 arası temsil edilmişlerdir. Saddam sonrası döneme gelince; ABD ile yaşanan sıkıntılara rağmen (aşağıdaki bölümlerde kısaca açıklamaya çalışacağım) Türkmenler Irak’ın genel durumu ile ilgili toplantılarda yer almış, ancak resmi oluşumlarda kendi gerçek temsilcileri dışındaki kişiler de Türkmenler adına yer almışlardır.
Erbil toplantısında Türkmen temsilcilerinin davet edilmeyeceği hususu toplantı gününden 3 gün önce belli olmuştur. Toplantıya çağırılan bazı katılımcıların belki çok az kişiyi temsil ettiği, bazılarının seçimlerden aldığı oy sayısının Türkmenlerin oy sayısının yarısına bile ulaşmadığı dikkate alındığında, yalnız Irakiye listesine 120.000 oydan fazla katkısı olan Türkmenlerin temsil edilmemesine Ayad Allawi’nin neden herhangi bir girişimde bulunmadığının veya sessiz kaldığının sorgulanması gerekmez mi?
Diğer Şii partilerinde çok çaba harcayan Türkmen aydınlarının başarılı çalışmaları da bu partilerin yöneticilerince anlayamadığımız şekilde yine cevapsız kalmıştır. Bu konunun sorgulaması yapıldığında kanımca Erbil Toplantısı’na katılanların çoğu veya özellikle bazılarının Cumhurbaşkanlığı veya yardımcılığına, Başbakanlık veya yardımcılığı makamına talip olmaları, diğerlerinin ise birbirlerini yenme peşinde olmaları nedeniyle ne Irak ‘ın geleceği, ne Kerkük meselesi, ne de 3.etnik unsur olan Türkmenlere yapılan haksızlıklar çok umurlarında olmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Davutoğlu, Erbil Toplantısı’nın yapılmasına bir gün kala Erbil’i ziyaret ederek Barzani ile görüşmüş, aynı gün Bağdat’ta Şii ve Sünni Arap yetkililer ile temaslarda bulunmuş ve ne Erbil ne de Bağdat’ta hiçbir Türkmen yetkilisi ile görüşmemiştir. Bu itibarla Türkmenler ile görüşme yapılmadığına göre ne Barzani’ye ne de Allawi’ye Türkmenlerin toplantılara neden dahil edilmediğinin sorgulanmasında zorluk çekilecektir. Ancak Türkiye’nin dış münasebetlerle ilgili sıfır politikasında, Türkmenlerin yerinin olup olmadığını sorgulamalıyız. Bu arada Türkiye’nin Türkmenlerin de dahil edildiği kırmızı çizgileri bırakarak, şu anda yan tarafta durması karşısında ne elde ettiğini bilemiyorum! Ancak burada bir hususu anlatmakta yarar var; başlangıçta Kürtlerin Türkmenlere bölgede ortaklık önerileri, daha sonra Brüksel Modeline kadar teklifler olmuş ve nihayet aşağıda açıklanacağı üzere ABD Temsilcisinin önerisi gündeme gelmiştir.
Erbil Toplantısı’nın yine hem Irak hem de Türkmenler açısından perde arkasında saklı tutulan Kerkük meselesi, ihtilaflı topraklar, 140. madde uygulanması gibi konular Barzani tarafından değişik bir şekilde dile getirilerek Irak halkının Arap ve Kürt olmak üzere iki ana unsurdan oluştuğunu ifade etmiş ve maalesef hiçbir katılımcıdan tepki gelmemiştir. Aslında bu konu yalnız Türkmenler açısından değil, bir defa Irak’ın bütünlüğünün sağlanması ve diğer yandan insan hakları açısından da sorgulanması gerekmektedir. Irak’ta sayısı ne olursa olsun Türkmenlerin 3. etnik unsur olduğu Irak’taki tüm siyasi kitleler tarafından göz ardı edilmemelidir.
Erbil Toplantısı öncesi ve sonrası Irak’ta ulusal ortaklık ve etniksel haktan sıkça söz edilmektedir. Bazıları bu ortaklığı ekonomik yönden ele alarak milli servetin matematiksel veya etniksel oranlar açısından paylaşılmasını, diğerleri ise detayları açıklığa kavuşmadan oldu bittiye getirilmekle hükümette de söz sahibi olmak istemektedirler. Şimdi Irak’lı düşünürler, yazarlar, sivil toplum örgütlerinin; bu hususun kriterlerinin açık bir şekilde Irak Parlamentosunda ele alınması ve tespitinin sağlanması için çaba göstermeleri gerekmektedir. Bir etnik unsurun Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık makamını hak ediyor ise, diğer unsurların da bu paylaşımların içinde neden yer alamasın? Ayrıca milli servetin tüm Iraklılara ait olması gerekirken neden farklı kriterler ele alınmaktadır?
Irak’ın siyasi sürecinde tablo karmaşık görünse de başta İran ve Türkiye olmak üzere komşu ülkelerin ve en önemlisi ABD’nin etkisi çok büyüktür. Irak’ta işgal halen devam etmektedir. Hatta ABD askerlerinin hepsini veya önemli ölçüdeki kısmını çekiyor olsa da işgal güç olarak varlığını koruyacaktır, bundan kimsenin şüphesi olmasın. ABD’ de bulunan düşünce kuruluşlarının raporları bazen senaryodan öteye gidememekte, bazen de gerçekçi analizler içermektedir. Geçtiğimiz günlerde ABD’ de Leigh Üniversitesi Öğretim Üyesi Barkley’ in “Kürdistan’da çatışmayı önlemek” başlığıyla yayımlanan raporu dikkatimi çekmiştir. Raporda Kerkük meselesinin değerlendirildiği, Kürt Bölgesel yönetiminin etki alanı ve Kerkük başlığı altındaki bölümde, Irak’ tan çekilmeye hazırlanan ABD’nin “Kürtlerin rahatsızlığı üzerine merkezi Irak hükümetine ait 12. Tümen’ in Kerkük yakınlarındaki kasabalara kaydırılan birliklerinin hareketlerini durdurduğu ve ABD’nin de Kerkük’teki kuvvetlerini takviye ettiği” hususu yer almaktadır. Anlaşılacağı üzere bugün Kerkük’te bulunan asayiş milisleri problem teşkil etmekte, varlığını ABD’den aldığı güçle devam ettirmekte ve bunun da merkezi hükümet tarafından çözülmesi gerekmektedir. Aslında ana sorunun Saddam sonrası süreçte Türkmenlerin Irak siyasi denklemi dışında kalmasıdır. Nedenlerine gelince;ileride de tartışma konusu olmaya devam edecek olan 1 Mart 2003 Tezkeresi ile Irak dosyası sorumlusu ve ABD Başkanı temsilcisi Halil Zilmayzad’ın 2003 Mart ayındaki Ankara Toplantısı bitiminde ITC temsilcisi olarak, zamanın eşgüdüm ve koordinasyon kurul üyesi ile yapmış olduğu ikili görüşmeden sonra ITC Yönetiminin olumsuz kararından kaynaklanmıştır.
Yine Erbil Toplantısı ile ilgili bir hususu dile getirmekte fayda vardır.Bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamı Erbil Toplantısının ana konusunu teşkil etmekte idi. Bu sorun ile ilgili olarak ister Irak’ta ister Türkiye’de ABD yanlısı bazı tanınmış yazarlar hedef şaşırtmak maksadıyla; ABD’nin Erbil toplantısında söz geçiremediğini, Türkiye’nin yanlış ata oynadığını (Türk yetkilileri tarafından sürekli yalanlanmasına rağmen), Maliki yerine Adil Mehdi’nin desteklenmesi gerektiğini, Talabani’nin dışında başka bir Arap Sünni’nin Cumhurbaşkanlığına getirilmesini, bu süreçten İranlıların galip geldiğini yazmaktadırlar. İşin gerçeğine bakıldığında bu makamlara seçilen veya konsensüs prensipleri esasına göre tayin edilen kişiler ve muhalifleri, hem ABD’ye ve aynı zamanda İran’a ve hem de Türkiye’ye çok ufak farklılıklara rağmen yakın mesafededirler. Örneğin ABD için Maliki ile Adil Mehdi arasında fark olmadığı kanaatindeyim.
Sonuç itibariyle, Iraklıların ve özellikle Türkmenlerin Erbil Toplantısı’ndan çıkan sonuçları etüt ederek alınması gereken dersler üzerinde çalışmalar yapmaları, Irak Türkmen Cephesi’nin devamlılığı, ancak yeniden yapılandırılmasının zaruret haline geldiği ve Türkmenlerin tek vücut halinde olmalarının zorunluluk arz etmesinin yanı sıra;
1- Irak Parlamentosunda mevcut 10 Türkmen Milletvekilinin asgari müşterekte anlaşarak bir grup oluşturması,
2- Etniksel hak ve seçim hakkından yararlanarak Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık Yardımcılığına ve ayrıca bir bakanlık makamının Türkmenlere tahsis edilmesi,
3- Irak Parlamentosu tarafından onaylanan 23. Maddenin yürürlüğe girmesi,
4- Kerkük’teki asayiş kuvvetlerinin çekilmesi ve emniyetin merkezi hükümete bağlı güçler tarafından sağlanması,
5- İster Bağdat’ta ister İstanbul’da bağımsız bir şekilde Türkmenlerin de katılımıyla bir istişare toplantısı yapılması yararlı olacaktır.