25 Mart 2016
Orta Doğu’da 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlayan ve Mısır, Libya ile Yemen’de değişime sahne olan Arap uyanışı sürecindeki gelişmeler, bölgesel ve küresel aktörlerin dış politikalarına ve stratejilerine ciddi bir biçimde yansımaktadır. Başlangıçta, Arap uyanışının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra otoriter rejimlerle yönetilen Orta Doğu’daki Arap ülkelerine demokrasi, adalet, bireysel hak ve özgürlükler getireceği düşünülmüştür. Fakat Suriye kriziyle birlikte Arap uyanışı Suriye akamete uğramıştır. Suriye krizinin iç savaşa dönüşmesinin temel sebeplerinden birisi, bölgesel ve küresel güçlerin Şam üzerinden Orta Doğu’daki vekâlet savaşlarını ve güç rekabetlerini uygulamalarıdır.
1979 yılındaki Humeyni devriminin ardından İran’ın izlediği yayılmacı politikalar ve rejim ihracı stratejisi Orta Doğu ülkeleri tarafından bölgesel tehdit olarak algılanmasına yol açmıştır. 11 Eylül hadisesinden sonra Orta Doğu’daki gelişmelerin (Afganistan ile Irak’ın işgali-Arap Uyanışı gibi) Tahran yönetiminin bölgesel hareket alanını genişletmiştir. Dahası İran’ın reel politik açıdan sınırının dışındaki olaylara müdahil olması Tahran’a bölgesel bir güç görüntüsü kazandırmıştır. Ancak bu politika İran’ın ekonomik ve askeri gücünün uzun vadede zayıflamasını da beraberinde getirebilecektir. Çünkü Orta Doğu’da bölgesel ve küresel güçlerin nüfuz mücadelesinin artması İran’ın Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’de tek başına söz sahibi olmasını imkânsız kılmaktadır. Keza Yemen’de Tahran’ın desteklediği Husi Hareketi’ne karşı 26 Mart 2015 tarihinde Suudi Arabistan’ın öncülüğünde kurulan Arap koalisyonu ve Rusya’nın 30 Eylül 2015’te Suriye’de başlattığı hava operasyonları bu nüfuz mücadelelerine örnek olarak gösterilebilir. Bu nedenle İran’ın bölgesel anlamda Orta Doğu’ya yönelik izlediği yayılmacı politikalarının kısa ve orta vadede başarılı olduğu kabul edilebilir fakat uzun vadede Tahran’ın hem iç hem de dış politikada gücünü zayıflatabilecektir. Bu analizin temel amacı 26 Şubat’ta İran’da yapılan Şura Meclisi ve Uzmanlar Konseyi seçimlerinin Tahran’ın bölgesel politikalarına ve ilişkilerine nasıl yansıyacağını değerlendirmektir. Ayrıca 2013 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan reformist ve ılımlı çizgide olan Hasan Ruhani’nin Körfez ve Arap dünyasıyla İran arasındaki ilişkilerde yaşanan krizlere yaklaşımı analiz edilecektir.
Kaynak: bilgesam.org