1948-49 ders yılının sonunda liseden mezun olup dönem arkadaşlarımdan Necdet Sevimli ve Nazım Ömer (Özgün) ile birlikte 13 Eylül günü Musul’a, oradan da Toros Ekspresiyle Türkiye’ye hareket ettik. Yorucu ve maceralı bir yolculuktan sonra 18 Eylül’de İstanbul’a vardık. Türkiye’de yağan şiddetli sonbahar yağmurları neticesinde demiryolu hatları birçok yerde hasara uğramıştı. Yol boyunca pek çok kazaya rastlamıştık.
Aynı dönem arkadaşlarımızdan Nafi Bezirgân, işlemlerini tamamlayamadığı için bir hafta sonra İstanbul’da bize iltihak etti. İstanbul’da Sirkeci’de Tramvay Caddesi üzerinde Nazım Ömer’in amcası Ali Galip Bey’in tavsiyesine uyarak “Yeni Trakya” isimli küçük bir otele yerleştik. Otelin fiyatı kesemize uygundu. Asıl mesleği mühendislik olan Nazım’ın amcası Tekirdağ’da ikamet ediyordu. İstanbul’a geldiğinde bu otelde kalırmış. Galip Bey’in soyadı “Özgün” idi. Nazım ile birlikte kardeşleri de aynı soyadı aldılar. Müteakip günlerde Cevat Kadıoğlu arkadaşımız da bize katıldı. İstanbul’a geldiğimizin ilk haftasında İngiliz lirası % 40 oranında değer yitirince, parasal yönden büyük kayba uğramıştık. Zira Türkiye’ye gelirken paralarımızın büyük bölümünün İngiliz lirası olarak Kredi mektubu şeklinde transfer yaptırmış ve henüz TL’ye çevirememiştik. Bazen arkadaşlar bu yüzden tahsillerini yarıda bırakıp geri dönmek mecburiyetinde kalmışlardı.
İlk işimiz üniversiteye kayıtlarımızı yaptırıp öğrenci yurduna yerleşmek oldu. Böylece otelden kurtulmuş olduk. Topluca Beyazıt’taki yurda kaydolduk. Üniversite içinde olan ve aynı yurtta kalan Halil Taha, Ahmet Enver, Vahdettin Ketene, Fatih Abdulgani (Ertürk), Yunus Osman, Sadullah Ahmet ve Ahmet Kurut ağabeyler, bize manevî destek oldular. Bizden önce tahsil için Türkiye’ye gelenler, umumiyetle Tıp, Ziraat, Eczacılık, Orman fakülteleri ile Robert Kolej ve İstanbul Teknik Üniversitesini tercih ederlerdi. Hukuk, İktisat, Siyasal Bilgiler ve Edebiyat fakültelerine giren öğrenci hemen hemen yok gibiydi. İlk olarak ben ve Nafi‘ Bezirgân bu geleneği bozarak İktisat Fakültesine yazıldık. Giriş sınavı olmadığı için doğrudan kaydımızı yaptırdık. O tarihlerde Türkiye’de ikisi İstanbul’da, biri de Ankara’da olmak üzere topu topu 3 üniversite vardı. Günümüzde ise Türkiye’deki üniversite sayısı, yarısına yakını özel olmak üzere180’e yaklaşmaktadır. İstanbul’un nüfusu ise 750 bin civarında idi.
Kerkük’ten tedavi veya seyahat için İstanbul’a gelen hemşerilerimizin çoğu Sirkeci’deki Şahin Paşa Otelinde kalırlardı. Bu otel yaz aylarında Kerküklülerin adeta bir toplantı ve uğrak yeri olurdu. Kimi ararsanız orada bulurdunuz. Memlekette göremediklerinize Şahin Paşa Otelinde rastlamanız mümkündü. İstanbul’da yerleşmiş Kerküklü aileler de haftanın muayyen günlerinde birbiri ile görüşmek üzere bu otele gelirlerdi. Kerküklü birçok emekli subay ve memurla burada tanışmıştık. Bunların arasında Tikritlizade Baha Bey, uzun yıllar İstanbul’da emniyet müdürlüğü yapan Hidayet Koçak Bey, Cevat Necipoğlu, Enver Yakupoğlu (o tarihlerde soyadı Kerküker idi, yüzbaşı rütbesinde Askerî Hakimdi) ve diğerleri vardı. Bayramlarda topluca hatıra fotoğrafı çektirirlerdi.
Üniversite dersleri henüz başlamadığı için şehri tanımak üzere yeterli vaktimiz olmuştur. Öncelikle ziyaretine gittiğimiz şahısların başında, daha Kerkük’te iken kendisi ile mektuplaştığımız “Yeşil Ada” dergisini çıkaran Kıbrıslı Hasan Nevzat Karagil vardı. Kendisi o tarihlerde Hukuk Fakültesinde öğrenci idi. Ayasofya ile Gülhane parkı arasındaki Millî Emlâke ait, çok mütevazı küçücük bir yerde kalırdı. Burası onun hem evi hem de derginin idarehanesi idi. Gayet müsait olmayan şartlara rağmen Türkiye’de Kıbrıs Türklerini tanıtmak üzere “Yeşil Ada” dergisini Türkçe ve İngilizce olarak çıkarıp yıllarca yaşatmıştı. Bu dergide Irak Türkleri konusuna da büyük yer ayırmıştı. Çok idealist ve faal bir gençti.
Bir gün kendisini Haydarpaşa Tren Garında, elindeki çantaya doldurduğu dergiyi bizzat satarken gördüm. Tren yolcularına aynı zamanda Kıbrıs’ı tanıtan konuşmalar da yapardı. O tarihlerde Türk kamuoyu Kıbrıs’ta Türklerin varlığından, hatta adanın nerede olduğundan bî-haberdi. Dergide yalnız Kıbrıs’ı değil, Batı Trakya’yı, Balkanları da tanıtırdı. Oralara gidip gezer dolaşırdı. Kerkük’e de birkaç defa gelmişti. Dış Türkler davasını benimsemiş bir kişi idi. Bir gün bizleri toplayarak beraberce bir hatıra fotoğrafı çektirmiş ve bunu dergide yayımlamıştı. Aradan 50 yıl geçtikten sonra tekrar bizlerle yine dernekte beraberce bir fotoğraf çektirmişti.
Kerkük gecelerinde konuşmalar yapar, bizlere moral verirdi. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin kurucu üyeleri arasında olup, dernek tüzüğünü bizzat hazırlamıştı. 8 Eylül 1999 tarihinde vefat eden Karagil’in Irak Türkleri davasına yaptığı hizmetleri unutmuş değiliz. Kendisini saygı ile anarken, cenabı Haktan rahmetler dileriz.
Kaldığımız öğrenci yurdu Süleymaniye Camisine yakındı. Birkaç yıl sonra çıkan bir yangın neticesinde kül olup gitmişti. Yurtta o sıralarda İstanbul Hukuk Fakültesinde okuyan ve Millî Türk Talebe Birliği faal üyelerinden olan Orhan Birgit beyle tanışmıştık. Bizim Irak Türklerinden olduğumuzu öğrenince yakın ilgi gösterdi ve kendisine temin ettiğimiz fotoğraf ve bilgilerden yararlanarak MTTB’nin yayın organı olan “Millî Birlik” adlı gazetede “Irak Türkleri ile ilgilenmemizin zamanı gelmiş ve geçmiştir” başlıklı bir yazıyı kaleme almıştı.
Beraberce kaldığımız yurtta Kıbrıslı bir öğrenci anlatmıştı; “Türk arkadaşlarımıza Kıbrıs’ı ve Kıbrıslı Türklerin durumunu saatlerce anlattıktan sonra bize sordukları sual şu olmuştu: acaba siz orada top oynarken topunuz denize düşmez mi?” E… pes vallahi, bize de aynı şey olmaz mı idi. Saatlerce değil, günlerce kendimizi anlattıktan sonra bize de “siz İranlı mısınız?” demezler mi idi.
Aynı ideale sahip arkadaşlarla bir grup kurmuş ve İstanbul’daki hemen hemen bütün toplantıları takip ederek bunların çoğuna katılmaya başlamıştık. Zira o tarihlerde Türk kamuoyu Irak Türklerinin varlığından hiç mi hiç haberi yoktu. Halbuki 1920’lı yılların başında Musul Meselesi Lozan’da görüşülürken, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ateşîn nutuklar söylenmiş ve bazı milletvekilleri heyecandan hüngür hüngür ağlamışlardı.
Sokaklarda “Musul Bizimdir” sloganının atıldığı mitingler yapılmış ve Musul için marşlar söylenmişti. Berlin’de bile Musul için büyük bir miting düzenlenmiştir. Fakat sonraları ne oldu ise oldu Irak Türkleri davası unutuldu. Bu müddet zarfında yalnız bir zat vardı ki durmadan, yılmadan Irak Türklerinin davasını gazetelerde heyecanla savunmuş ve hayatının sonuna kadar adeta “Tek Kişilik Bir Ordu” gibi mücadeleyi sürdürmüştür. Bu cesur kişi Haşim Nahit Erbil’den başkası değildi. Kendisi gerçek manada bir kahramandı. Fakat ne yazık ki kimse ona sahip çıkmamış ve her türlü üstün bilgi ve yeteneğine rağmen Ankara’da öldüğünde Cebeci Mezarlığındaki “Kimsesizler” bölümüne gömülmüştür.
1949 yılı son aylarında Millî Türk Talebe Birliği Kıbrıs için büyük bir miting hazırlamıştı. Birlik yöneticilerinden Orhan Birgit ve Hataylı Şemsi Kuseyri ile çok yakın ilişkiler içinde olduğumuzdan Kerküklü öğrenciler olarak biz de bu mitinge katılma arzusunu gösterince hemen kabul gördük. Miting Beyazıt Meydanından başlayıp Dolmabahçe’den geçerek Taksim’de son buldu. Biz de Kıbrıslı Tür kardeşlerimizi candan desteklediğimizi ve Kızıl Papazların oyunlarını kınadığımızı belirten büyük bir pankartla katılmıştık. Pankartı Beyazıt’tan Taksim’e kadar Nazım Ömer’le ben taşıdık. Buna dair bir fotoğraf zamanın “Gece Postası” gazetesinde yayımlanmıştı. Kupürünü senelerce muhafaza etmiştim. Fakat son zamanlarda bir türlü bulamadım. Miting Taksim Meydanı’na gelince Irak Türkleri adına arkadaşımız rahmetli Ömer Öztürkmen heyecanlı bir konuşma yapmıştı.
Bu olay bizim organize bir grup olarak Irak Türkleri adına yaptığımız ilk eylemdi. Eylemlerimiz uygun zaman oluşunca ardı ardına devam etti. Millî Gençlik Teşkilatı ile temas kurunca, İstiklal Savaşı kahramanı merhum Mareşal Fevzi Çakmak’ı Nişantaşı’ndaki evinde ziyarete gittik. Yaptığımız her faaliyet Kerkük’te izlenir ve yolumuza devam etmek için bize cesaret veren mesajlar alırdık. Bir defasında Fenerbahçe kalecisi ve millî takım kaptanı rahmetli Cihat Arman’ı ziyaret ederek kendisine, Kerkük Lisesi’nde spor ve beden eğitim öğretmenimiz olan Ahmet Celâl üstadın Irak’taki atletizm müsabakalarında rekorlar kırdığını ve Veliahd Prens Abdılilah’tan kupa aldığını gösteren fotoğrafları, Enver Yakupoğlu ağabeyimizin “Fenerbahçe Kerkük’te” başlıklı bir yazısı ile “Öz Fenerbahçe” dergisinde yayımlanmak üzere vermiştik. Söz konusu yazı ve fotoğraflar dergide aynen yayımlandı ve bunlardan 250 adet Kerkük’te Sevimli Kitapevi’ne yollandı. Birçok Kerküklünün Fenerbahçeli olmasında bu yayının büyük etkisi olmuştu.
Kaynak: Kardaşlık dergisi sayı 51