1950 yılında, Irak Türklerini anavatanda tanıtacak ne bir kitap ne de bir sivil toplum kuruluşu vardı. Gerçi 1922-26 arası ve özellikle Musul meselesinin Lozan Konferansı’nda görüşülmesi sırasında Türk basınında yoğun biçimde yayın yapılmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde pek çok gizli oturumlar yapılarak, bu konuda son derece hararetli tartışmalar cereyan etmiştir. Hatta bazı mebuslar irat ettikleri hamasi nutuklarda, Musul’un kurtarılmasını için savaşılmasını dahi önermişlerdir.
Ancak oturumların tutanakları, bilim ve siyaset adamları için kolay erişilebilecek bir referans kaynağı teşkil edebilecek mahiyette ve tek bir kitap halinde basılmamıştır. Sadece İş Bankası tarafından TBMM’nin bütün gizli toplantılarının tutanakları, 4 cilt halinde dağınık şekilde kalitesiz kâğıt üzerine basılarak yayınlamıştır.
Ayrıca bu dönemde basında çıkan baş makale, makale ve haberler de yeni yazıya aktarılarak bir araya getirilmiş değildir. Bu durum milli tarihimizin yeni kuşaklarca öğrenilmesi açısından bir eksiklik teşkil etmektedir. Benim bizzat yaptığım bir araştırmada, sadece Yunus Nadi Bey’in, Musul ve Misak-ı Milli konusunda Hâkimiyet-i milliye ve Cumhuriyet gazetelerinde 60’a yakın baş makalesini tespit etmiştim. Keza Vakit gazetesinde yüzlerce makale ve haber yayınlanmıştır. Diğer gazetelerde de durum aynı. O günlerde bu konu TBMM’de günlerce heyecanlı bir biçimde tartışılmış, bazı mebuslar “Musul elden gidiyor” diyerek hüngür hüngür ağlamışlardır. Sokaklarda haftalarca, “Musul bizim şerefimizdir, onu kimseye bırakmayız” sloganlarının atıldığı büyük gösteriler yapılmış ve Musul için marşlar söylenmiştir. Cumhuriyet Gazetesi, cumhuriyetin kuruluşunun birinci yıl dönümünde “Cumhuriyet Bayramını Musul’suz kutluyoruz” şeklinde manşet atmıştır. Berlin’de dahi Musul için miting yapılmıştır.
O dönemde Musul konusunda bu denli yoğun yayınlar yapılırken ve gösteriler düzenlenirken, ne oldu da bu hassas milli dava, sonraki yıllarda unutulup gitti ve “Musul Dosyası” bir daha açılmamak üzere rafa kaldırıldı? Bunun sebeplerinin araştırılıp izahının yapılmasını siyaset bilimcilerine bırakıyoruz. Mutlaka “Reel Politika” kavramının arkasına sığınarak bizleri ikna etmeye çalışacaklardır.
İşte, 1949-50 yıllarında Türkiye’ye okumaya geldiğimde Türk kamuoyu ve medyası Irak Türklerinin varlığından bihaberdi. Vakıa yaşlı insanlar, olan bitenleri biliyorlardı. Ama bunların zamanla nesli tükenmekte idi. Bu durum tabiatıyla biz gençlerin moralini bozuyordu. Bunun telafisi için bir şeyler yapmamız gerektiği kanaatine vardık. İlk iş olarak Irak Türklerini de tıpkı Kıbrıs, Batı Trakya ve Kafkas Türklerinde olduğu gibi bir araya toplayacak ve Türkiye’de tanıtacak bir kültür ve dayanışma derneğinin kurulmasını düşündük. Bu işin “Fikir Babası”, o zaman Orman Fakültesinde öğrenci olan rahmetli Rıza Demirci idi. (Kendisi 1980 yılında Saddam’ın zebanileri tarafından tutuklanıp esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. İşkence neticesinde hayatını kaybettiği yıllar sonra anlaşıldı. Mezarı bile yoktur. O, tam manasıyla bir liderdi.)
Kurulması düşünülen derneğin gayesi tamamen sosyal ve kültürel olacaktı. Hiçbir şekilde siyasi amaç gütmeyecekti. Böyle bir derneği kuracak kadar İstanbul’da hemşerimiz zaten mevcuttu. Bizler ise Türk vatandaşı olmadığımız için o zamanki yasalara göre dernek falan kuramazdık. Rahmetli Rıza bu amaçla bir anket hazırladı ve adresleri tespit edilen hemşerilerimizi teker teker evlerinde ziyaret ederek kendilerine “Anket” soruları sunuldu. Bu ziyaretlerin birçoğuna ben de rahmetli Rıza Ağabeyle katıldım. Aradan bir hayli zaman geçti hiçbir hemşerimizden ses seda çıkmadı. Sadece tek bir kişi şiirle cevap verdi. O da İstiklal Madalyası sahibi emekli Albay Ali Rıza Alaslan idi…
Merhum Ali Rıza Albay Üsküdar’da Selamsız Sokakta iki katlı mütevazı bir evde otururdu. Evin arka tarafında küçücük bir bahçesi vardı. Rahmetli orada, geçimine katkı sağlamak amacıyla sebze ve meyve yetiştirirdi. O zamanki emekli askerlerin maaşları son derece düşüktü, yaşı ileri olduğu için kendisine “Amca” derdik. Rahmetli Ankete verdiği manzum cevapta şöyle demekte idi:
Anketinize cevap vermekte mazurum Çünkü kesb-i rızkile meşgulüm Hayatın verdiği rehavetle Onun elemi ile mahmulüm Şiirin sonunda “sizlere başarılar dilerim” diye yazılı idi. Böylece dernek kurma tasavvurumuz neticesiz kaldı. Başka arayışlar içine girdik. Anladık ki artık iş başa kalmıştı. Rıza Demirci ağabey başta olmak üzere, kendileri ile aynı ideali paylaştığımız beş arkadaş, 1951 yılının başlarında Ömer Öztürkmen arkadaşımızın Harbiye’deki baba yadigârı evinde toplanarak, Irak Türklerini Anavatanında tanıtmak, Irak’ta Türklerin yaşadığı bölgelerde Türklük ruhunu güçlendirip yaşatmak ve haklarını savunmak üzere bir örgüt kurmaya karar verdiler. Örgütün adı “Irak Türkleri Birliği” idi. Harbiye’deki toplantıya katılan beş kişi şunlardı:
1- Rıza Demirci 2- Ömer Öztürkmen 3- Cevdet Kadıoğlu 4- Naci Akkoyunlu 5- İzzettin Kerkük Hazırlanan tüzüğe göre; Birlik üyelerinin isimleri gizli tutularak, her birine bir kod numarası verilerek anılacaklardı. Tüzük, üyeler tarafından ittifakla kabul edilerek, içerdiği prensiplere sadık kalınacağına dair yemin edilip “Birlik” fiilen kurulmuş oldu. Mali kaynak teminine gelince üyeler her ay mütevazı öğrenci bütçelerinden bir miktar aidat ödeyeceklerdi. Birliğin ilk faaliyeti alarak 1951 yılı için ufak çapta bir “Kerkük Takvimi” bastırmak oldu. İkiye katlanan vapur tarifesi boyundaki bu takvimde yer alan şu horyatlar çok anlamlı idi:
Oyan Kerkük
Yaramı oyan Kerkük
Her yerde ruh uyandı
Sen de bir uyan Kerkük
Yâd elinde
Öt bülbül yâd elinde
Bir diyar mezar olsun
Kalmasın yâd elinde
Bu mütevazı takvimi üniversite hocalarımıza verdiğimizde; “İşte Türklük ruhu budur” diyenler oldu. Milli çevrelerde de büyük ilgi uyandırdı. Daha sonraki yıllarda Irak Türkleri arasında “Takvim Geleneğinin” doğmasına yol açacak olan bu ufacık faaliyetten dolayı Birlik, bir miktar para elde ederek, başka işler başarmayı gerçekleştirdi.
Bu arada Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Vâ-Nû (Vâlâ Nurettin)Irak Hükümetinin davetlisi İzzettin KERKÜK olarak Bağdat’a gitti. Döndüğünde “Hem Nalına Hem Mıhına” başlıklı köşesinde yazdığı iki yazıda Bağdat izlenimlerini anlatırken Irak’ta Ermenilerin Türkçeyi yaşattıklarını iddia etti.Bu iddialar Türk basın çevrelerinde büyük tepkiye yol açtı. Merhum Peyami Safa Milliyet Gazetesindeki köşesinde VâNû’ya sert bir cevap vererek, söylediklerinin saçma ve mesnetsiz olduğunu yazdı. Aynı mahiyette başka cevaplar da gazetelerde yayınlandı. Ben, “Vâ-Nû’ya Açık Mektup” başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazı, İktisat Fakültesinde hocam olan değerli bilim adamı Prof. Ziya Fındıkoğlu’nun çıkardığı “Meslek” isimli gazetede yayınlandı. Daha sonra bütün bu yazıları toplayarak “Irak Türkleri Hakkında Düşünceler” adı altında bir broşür halinde yayınladık. Bu broşürü bütün gazete yazarlarına dağıttık. Kerkük’e de el altından bir miktar gönderdik. Söz konusu broşür, birliğimizin ilk yayını olarak çok etkili oldu. Nitekim Vâ-Nû bir süre sonra yine Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde “Türk Azınlıkları” başlığı altında kaleme aldığı bir yazıda, adeta günah çıkarır gibi daha önce yazdığı yazılardan dolayı özür dilercesine, Bağdat’ı ziyareti sırasında Irak’taki Türk bölgelerini ziyaret etmesine müsaade edilmediğini, böyle dostluk olmayacağı ifade etmiştir. Vâ-Nû’nun bu yazısını çıkarmakta olduğumuz “Fuzûlî” dergisinin 5 inci sayısında bir cemile alarak aynen yayınlamıştık.
Aralarında Kerküklü, Musullu, Telaferli,Erbilli, Kifrili, Dakuklu, Karatepeli, Leylanlı ve Tuzhurmatulu idealist Türk gençlerini barındıran Irak Türkleri Birliği, 1960lı yıllarının başında hemen hemen üniversite öğrencisi olan bütün üyelerinin mezun olup Irak’a dönmeleri üzerine merkezini Kerkük’e taşımıştır. Orada bünyesine yeni üyeler alarak faaliyetlerini birkaç yıl daha sürdürmüştür. Bağdat’ta ikamet eden bazı mensuplar da vardı. Üyelerinin %90 nın tabii ölüm veya Saddam rejimi tarafından idam edilmeleri ve yahut Irak’tan göç etmeleri neticesinde faaliyetlerine son vermiştir. Üyeleri arasında son derece güçlü bir kardeşlik bağı ve dayanışma mevcuttu ve hiçbiri Birliğe ihanet etmemiştir. İdam sehpasına gidenler bile,her türlü işkenceye rağmen dava arkadaşlarının isimlerini vermemişlerdir.
Türlü nedenlerle ebediyete intikal eden dava arkadaşlarımıza Cenab-ı Hak’tan rahmetler niyaz ederim. Mekânları cennet olsun. Hayatta olanlara da sağlıklı ve uzun ömürler dilerim.
Irak Türkleri milli davasına öncülük eden Birliğin bu uğurdaki diğer önemli faaliyetlerini hatıralarımın müteakip bölümlerinde, dilimin döndüğü kadar anlatmağa devam edeceğim.
KARDAŞLIK 54