Yaşadıkları topraklara bin yıl önce gelip yerleşen Türkmenler, tarih boyunca çalışarak vatanlarına hizmet vermişler, emek verip çaba harcayarak şehir ve kasabalarını imar etmişlerdir. Yurtlarını yuvalarını, ekip biçtikleri topraklarını her türlü saldırıya karşı savunup korumuşlardır. Bu topraklar üzerinde yer alan ve günümüze kadar gelen kışla, cami, medrese, köprü, han, hamam ve türbe gibi yüzlerce anıt, Türkmenlerin geçmişte bıraktıkları kültürel mirasın birer kanıtıdır.
Türkmenlerin ilim, devlet, siyaset, sanat ve edebiyat alanında yetiştirdikleri yüzlerce şahsiyet, ülkenin kalkınmasında ve medenî bir seviye kazanmasında büyük rol oynamışlardır. Kısacası mimaride, musiki ve edebiyat alanında büyük bir medeniyetin varisi olan Türkmenler, Irak’ın devlet geleneği içinde gelişmesinin öncüsü olmuşlardır.
Türkmenlerin Irak’taki karanlık dönemi Birinci Dünya Savaşı ile başlamış ve o tarihten itibaren Türkmen toplumu sıkıntılı bir sürece girmiştir. Krallık döneminde kendi dillerinde eğitim ve öğretim haklarından mahrum olarak yaşayan Türkmenlerin durumu, 14 Temmuz 1958 tarihinde başlayan cumhuriyet döneminde daha da kötüleşmiş oldu. Cumhuriyet ile birlikte ülkeye demokratik rejim gelmemiş, yönetime hep askerî cuntalar hâkim olmuştur. Cumhuriyet döneminde askerî darbelerle yönetilen ülke, sonuçta dikta rejimi yüzünden bataklığa sürüklenmişti.
ABD işgalinin Irak’a getirdiği barış (!), yıllarca acı ve sıkıntı yaşayan ülke halkına yeni felaketler getirdi. Bu dönemde Irak halkına büyük bir tuzak kuruldu ve ülkede etnik, dinî ve mezhep esasına dayalı siyasî örgütler kurulmasına izni verildi. Üzülerek ifade etmek gerekir ki Irak halkı da bu tehlikeli tuzağa düştü. Çağdaş demokrasilerde yeri olmayan ve ülkenin parçalanmasından başka bir işe yaramayan bu sistem, Iraklılara zorla ve tehditle kabul ettirildi. Hazırlanan anayasa da buna göre düzenlendi.
Irak’ta artık Şii partisi, Sünni Partisi, Kürt Partisi, Türkmen Partisi, Kildanî Partisi, Süryanî Partisi, Yezidî Partisi, Feylî Partisi vs. gibi akla hayale gelen gelmeyen etnik ve dinî inanç ayrımına dayalı siyasî örgütler kuruldu. Devletin ulusal güvenlik gücü çalışmadığı için Şii, Sünni ve Kürt partilerinin kendi milis güçleri oluşturuldu. Bu partilerin silahlı milisleri kendi güvenliklerini sağlamak dışında, pazarlıklarda siyasî rakiplerine karşı tehdit unsuru olarak da kullanıldı ve halen de kullanılmaktadır.
Bin yıldan beri beraber ve birlikte yaşayan halklar böylece düşman kamplar halinde birbirlerinden ayrılmış oldu. Düşman kamplarının birbirine karşı silahlı mücadelesi sonucu, yüzlerce insan hayatını kaybetti. Yüzlerce kadın dul ve binlerce çocuk yetim kaldı. Sünnî Şii’yi, Şii Sünni’yi boğazladı. Kürt Arap’ı, Arap da Kürdü öldürdü. Canlı bombalar, patlamalar yüzünden binlerce masum insan canından oldu. Korumasız kadınlar ve çocuklar terör kurbanı oldu. Yüzlerce insan sakat ve malul kaldı. Siyasî örgütlerin desteklediği mahallî milis güçler, sonu gelmez bu kardeş kavgasına mahkûm oldular.
Ülke içinde giderek palazlanan ve büyüyen mahalli güçler, devletten aldıkları maddî destekle devlet içinde devlet olmaya başladılar. Ülke herhangi bir devletle savaş içinde olmamasına rağmen, aynı ülkenin insanları birbirlerini öldürmeye devam ediyor.
Irak’ta kardeş kavgasını körükleyen siyasî partileri dışarıdan besleyen ülkelerin varlığı da biliniyor. Bu coğrafyada Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçler de yer almaktadır. Irak’ta en büyük nüfuz sahibinin İran olduğu kabul edilmektedir. Irak’taki terörden ve kargaşadan ise en çok zarar gören ülke ise Türkiye’dir.
Arap Şii ve Sünni partileri silahlı güce sahip oldukları için her istekleri yerine getirilirken, Türkmenler, Kildanîler, Süryanîler ve silahlı gücü olmayan diğer topluluklar ise, anayasal haklarını dahi almakta çok zorlanmaktadırlar. Bu topluluklar arasında en sahipsiz olanlar, hiç şüphesiz Türkmenlerdir.
Irak’ta 2003’ten beri yapılan operasyonların asıl amacının ülkenin kuzeyinde bir Kürt devleti kurmak olduğu ortaya çıkmıştır. Bu husus uluslararası güçlerin gündeminde yer almaktadır. Uluslararası güçlerin sistematik ve planlı biçimde yürütülen ajandanın uygulaması önce Kerkük’te başladı. Bu bakımdan ülkenin içinden ve dışından Kerkük ve çevresine göçler yapılarak kentin demografik yapısı bozulmaya çalışıldı. Kentin bütün resmi ve kamu binaları işgal edildi. Üst düzey yönetim kademelerine Kürt kökenliler atandı.
İşgalden önce Telafer’de 400 bin civarında Türkmen yaşıyordu. Eylül 2005’de “Terörist var” denilerek, Telafer gibi nüfusu halis muhlis Türkmen olan kent acımasızca bombalandı. Böylece etnik temizliğe tabi tutulan kent merkezindeki nüfusun dağıtılmasına çalışıldı. Türkiye-Suriye sınırına yakın bir bölgede yer alan Telafer’in neden hedef seçildiği belli olmaya başlamıştı. Önümüzdeki dönemde hem Suriye Kürtlerine hem Akdeniz’e ulaşmanın en önemli noktalarından biri olduğundan dolayı Telafer, saldırıların hedefi olmuştu. IŞİD saldırısı ile de Telafer Türkmenleri Haziran 2014’te göçe ve sefalete mahkûm edildiler.
Gelecekte Kuzey Irak’ta federe veya bağımsız bir Kürt devleti kurulacaksa, Musul ve Kerkük petrollerinin Türkiye’ye muhtaç olmadan Suriye limanları üzerinden Akdeniz’e akıtılması böylece mümkün olacaktı. Suriye meselesi gündeme geldiği zaman da yine aynı hesaplar yapıldı. Zaten Suriye’deki çalkantının temelinde de, Kuzey Suriye’de bir oldu-bitti işgaliyle Kürtlere Akdeniz sahillerine bağlanan coğrafî bir alan açmaktı.
Türkmenlerin üçüncü yerleşim bölgesi olan Tuzhurmatu’da da aynı oyun tezgâhlandı. Burada yaşayan Türkmenleri topraklarından uzaklaştırmak için kanlı oyunlara başvuruldu. Bu güzel Türkmen kentinde oturanlara da cehennem azabı yaşatıldı. Türkmenlerin Irak’taki varlıkları anlaşılan siyaseten birçok kesimi rahatsız etmektedir.
Her türlü resmi görevlerden uzaklaştırılan Türkmenler, ülkenin üvey vatandaşları durumuna düşürülmüşlerdir. Dört yıldan beri Kerkük’teki Türkmen Eğitim Müdürlüğüne Türkmen kökenli bir müdürün atanmasına izin verilmiyor. Vilayetin ırkçı ve faşist yönetimi bu konuda kılını bile kıpırdatmıyor. Kerkük’teki Türkmen siyasetçilerinin lafını ciddiye alan yok.
Kerkük’te vurulan Türkmenlerin yiğit evladı Münir Kafili gibi suikasta kurban giden diğer Türkmen şahsiyetlerinin katilleri nedense yakalanmıyor. Çok profesyonelce işlenen bu cinayetleri yapanların hangi kesimlerden oldukları tahmin ediliyor, ancak hiç birinin failleri nedense bir türlü bulunamıyor.
Türkmen halkı Kerkük’te hayattan bezgin hale gelmiş. Yurtlarından, yuvalarından ve topraklarından atılan Telafer halkı perişan, Tuzhurmatu Türkmenleri tedirgin… Halkın morali bozuk, gençler ümitsiz. Geleceğe güvenle bakamayan Irak Türkmenleri yarınından endişeli… Aziz ve mübarek Ramazan ayı içinde yine de Allah’a sığınmaktan başka bir çaresi kalmayan mazlum Türkmen kardeşime, Peygamber Efendimizin Hz. Ebubekir Sıddık’a söylediği şu sözlerden başka bir şey söylemek mümkün değildir: ﻻ ﺘﺤﺰﻦ ﺍﻦ ﺍﻟﻟﻪ ﻤﻌﻧﺎ
Lâ tahzen innallâhe me‘anâ (Üzülme, Allah bizimledir).
Kaynak: kerkukvakfi.com